top of page

Sessiz Ev Eserinde Karakter Kurgusundaki Boşlukların, Eser-karakter Entegrasyonun ve Karakterlerin Gerçekçiliğinin Eleştirisi

Toplumsal temaları barındıran romanlar, belirli bir savı kanıtlama veya düşüncelerin aktarılması esas amacıyla karakterler denilen ajanların[1] kullanılarak argümana kıyasla yüzeysel sayılabilecek, okuyucuya sunulan kurmaca yapının altında oluşturulmuş mesaj ve aktarımları da barından edebi eserledir. Romanın yapısı gereği bu savları ile ilgili çeşitli öncüllerinin okuyucuya kanıtlanması adına oluşturulan kurguda yer alan ajanların yalnızca sıradan bir insanın olmanın ötesinde yazarın temel sav-düşüncelerine hizmet etmektedir. Bu nedenle romanda yer alan karakter kurgularının kendi içerisinde ya da karakterlerin eserdeki toplumsal düzlem çerçevesinde esere entegrasyonu sırasında ortaya eksikliklerin ve sağduyu karşıtı durumların varlığı mümkün kılınmaktadır. Sessiz Ev eserinde de Doğu-Batı ikilemi ana teması, sahip olduğu savları okuyucuya aktarırken var olan mesaj verme kaygısı ve kurmacanın oluşturulmasındaki kusurlar nedeniyle eserde yer alan savların objektiflikten uzaklaşarak Orhan Pamuk’un fikirlerine bulandığı görülmektedir. Ayrıca oluşan karakter boşluk ve uyumsuzlukları nedeniyle Türkiye 80’ler dönemi üzerinden verilen mesajları dönem toplum yapısından bağımsız kalacak şekilde Pamuk’un kişisel fikirlerinin ve karakterlerinin “topluma ayna tutma” safsatasıyla aktarılmaktadır.


Sessiz Ev’de gözlemlenen dönem arka planı 80’ler darbe öncesi dönemine benzerken Fatma Hanım’ın bellek aktarımları sonucu geriye dönüşler ile cumhuriyetin kuruluş öncesi ve kuruluş sonrası dönemi ortaya çıkarılarak 2 ayrı dönem ve kuşak arasındaki farklar açığa vurulmuştur. “Yorgun, çökmüş, yıpranmış baba. Dur, bir kâğıda yazayım vereyim, dedi ve Charles Darvin diye yazdı verdi, hâlâ saklıyorum. Son günlerinde bir başka kâğıt vermişti: Bizde eksik ve fazla olanların listesi oğlum bu, sana yalnızca bunu bırakıyorum, belki bir gün anlarsın. Kâğıdı aldım, baktım: Eski yazıymış. İçkiden kanlanan gözleri bana yakından bakıyordu; bütün gün odasında ansiklopedisine çalışmıştı, yorgundu.” (Pamuk, s. 114) Recep ise Fatma Hanım tarafından yapılan baskıya rağmen eserde aydın olarak yansıtılan Selahattin Bey’in mirasını kısmen saklamaya çalışmaktadır ancak bunu yaparken eserde uygulanan çoklu anlatım tekniğinde Recep’in olaylara karşı neredeyse hiç kişisel görüş sergilemeyerek 3. perspektiften bir gözlemci edası ile olayları aktarmaktadır. Recep, bu durumuyla yer aldığı kuşak olan sessiz kuşak[2] ve sessiz ev metaforu için bir prototip temsili ile ara kuşak için kurguda boş bırakılmış ara yılların kitapta yer almayışını meşrulaştırmaktadır. Metin-Hasan ikilisi de birbirlerinin hikâyedeki tamamlayıcıları olma niteliği taşımaktadır. Orhan Pamuk; Nilgün, Metin, Hasan üçlüsünün birlikte bir çocukluk geçirdiğini ve üç kardeşin bir haftalık Gebze seyahatinde Metin ve Hasan’ın birbirlerinin tamlayıcıları olma niteliği taşıdıkları yansıtılmıştır. Bu tamamlayıcı olma niteliği Metin’in sürekli Amerika rüyasına sahip olmasına rağmen bunun için bir nedeni yokmuşçasına tanıtılırken Hasan’ın ideolojiler ve tarih üzerine bilgi sahibi olduğu ancak Hasan’ın matematik problemlerinde başarısızken Metin’in zenginlere matematik dersi vererek para kazandığı görülmektedir ve bu ikili de düşüncelerinde sürekli bir kadına dair hisler benimsediklerini aktarmaktadır. Hasan ise bu para edinimini okulu umursamayarak ve  milliyetçi arkadaşları ile yaptıkları yasadışı aktivitelerden edinmektedir. Bu yasadışı aktivitelerden birinde Metin ile karşılaşan Hasan’ın Metin ile etkileşimi[3] Selahattin ve Fatma arasındaki Doğu-Batı Çatışmasının iki kuşak ardılı olarak “ “Hırsız!” diye bağırdı karanlığa doğru. “Namussuz hırsız. Kaç bakalım, kaç!” Biraz olduğum yerde durdum. Soğuktan titriyordum. Sonra koştum, gittim yanına. “Sen Allah’tan korkmaz mısın?!” diye bağırdım. “Sen korkuyorsan niye hırsızlık ediyorsun!” diye bağırdı. “Ben korkarım!” dedim. “Sense yukarı bakıp ona söversin. Cezanı verir bir gün.” “Aptal cahil!” dedi. “Deminki yıldırımdan korktun değil mi? Şimşek çakınca ağaçların gölgesinden, mezarlıktan, yağmurdan, fırtınadan korkuyorsun değil mi? Koca adam! Kaçıncı sınıftasın sen? Cahil! Ben sana söyleyeyim: Allah yok! Tamam mı? Gel şimdi, it şunu. İki bin lira vereceğim sana diyorum.” ” (Pamuk, s. 254) Doğu-Batı ikileminin artık var olan fikir ayrılıkları, yenilikçilik ile muhafazakârlık gibi ikilemlerden çıkıp yeni kuşaklarca belirli bir mantık veya gelenektense yalnızca ikili bir çatışma şeklinde devam ettiği gözlemlenmektedir. Bu durumun oluşmasındaki temel Fatma Hanım ve Selahattin Bey gibi modernizmin getirdiği pozitivizm ya da aile evindeki gelenekçi sistemden ve aile baskısından dolayı oluşan[4]  Doğu-Batı gibi sorunsalların yerlerini yeni kuşaklarca daha kişisel nitelikteki sorunlarına bırakmış olmasıdır. Tüm bu karakterlerden bağımsız şekilde eserdeki Faruk karakteri bu Doğu-Batı eksenli eser kurmacasının dışında kalmaktadır. “Ayağa kalkmışım. Garson ikinci kadehi getirdi. Oturdum ve yalnız dansöz değil, hepimiz oyun oynuyoruz, diye düşündüm. Dansöz, Doğu’lu nesne kadın gibi görünmeyi oynuyor, Doğu’da son gecelerini geçiren turistler de, onu istediği gibi görüyorlardı. Işık konisi masalar arasından gezindikçe, Alman kadınların yüzlerine bakıyordum: Şaşkın değillerdi, ama belki de şaşırmak istiyorlar, gülümsüyorlardı, bekledikleri şey yavaş yavaş gerçekleşiyordu, dansöze bakarken, kendilerinin “öyle” olmadığını düşünüyorlardı; bu yüzden huzur duyduklarını, kendilerini erkekleriyle bir hissettiklerini seziyordum; bizleri, hepimizi “öyle” gördüklerini de seziyordum; Allah kahretsin: Tıpkı hizmetçisine hükmederken kocalarıyla eşit olduklarına inanan ev kadınları gibi aşağılıyorlardı bizleri!”  Faruk ile anlatılan Doğu Batı sorunsalına dair kısımlar, Doğu-Batı ikileminin yalnızca bireyler arası ya da Türkiye’nin kendi içerisindeki Doğu-Batı ikilemini oryantalizm kavramına genişletmiştir ancak yapılan genişletme dolayısıyla eserin kurmacası dışına çıkılmaktadır. Faruk’un göbek dansını izlemesi kurguda yer alan ve Türkiye’deki solcular veya Türkiye’deki kadınların susturulması, Doğu-Batı ikileminin temelinin keşfi gibi temaların yoğunca işlendiği bölümün[5] hemen öncesinde Doğu-Batı tartışmasının oryantalizm boyutuna çekilebilmek adına Faruk’un eve dönerken göbek dansı seyretmeye karar vermesi ile gerçekleşmektedir. Kurgusal açıdan bu olay ile Doğu-Batı ikileminde oryantalizm kavram boşluğunun kapatılması sağlanmıştır ancak bu olayın basitçe eve dönerken alınan bir karar sonucu yaşanması Faruk karakterinin esere entegrasyonun zorlama oluşu ve karakterin kurgusunda bir boşluk yaratmaktadır. “Niye tarihçi oldum ben? On yedi yaşımdayken bir ara meraklanmış tim, hepsi o kadar” (Pamuk, s. 124), ““İyi bir tarihçi olabileceğine niye inanmak istemiyorsun?” “Çünkü insanın Türkiye’de iyi hiçbir şey olamayacağını biliyorum.””(Pamuk, s. 224) sözleri ile Faruk’un eşi ile yaşadıkları, yabancılaşması ve Türkiye eleştirileri Faruk’un kitabın kurgusundan bağımsız şekilde daha bireysel bir hikâye olarak Sessiz Ev’de yer alan kurmaca yapının sınırlamaları nedeniyle işlenememiş temaların eserde yer edinmesini sağlamıştır. Bu kurgudan bağımsızlık ise 5 anlatıcıdan Faruk karakterinin kalan 4 anlatıcıya kıyasla eserin dışında kalarak Sessiz Ev’in temel kurmaca ve  dışında bir öyküde bulunmasını sağlamıştır.

 

Eser kurgusunun doğrudan içerisinde yer almasına rağmen gerekli altyapının yetersizliği nedeniyle gerçekçilikten uzak olan bir durum da Nilgün’ün Hasan tarafından öldürülmesidir. Kitabın başlangıcında Hasan’ın ateşli bir milliyetçi[6] gibi gösterilmesine karşın Hasan’ın Nilgün’e âşık olması ile birlikte Nilgün’ü milliyetçi duygularına bir test ve kişisel bir zaaf olarak gördüğü gözlemlenmektedir[7]. Bu teste karşılık Hasan’ın söylediği “Belki de yapmam diye düşündüm. Ben öyle biri değilim ki! O zaman, komünist kızın elinden gazetesini bile alamamış derler, değil yırtmak! Eskiden ülkücüymüş, şimdi komünist olmuş, bile derler; dikkat edin Cennethisar’lı bu Hasan Karataş‘a, aranıza almayın! O zaman korkmam, tek başıma büyük şeyler yaparım, hepiniz görürsünüz.” (Pamuk, s. 202)  sözleri ile Hasan’ın Nilgün’ün komünist oluşuna karşılık bir eyleme geçmesini engelleyen veya bu eyleme geçmenin sorgulanmasına sebep olan temel etkenin Hasan’ın gerçekte kendini “öyle biri olarak görmediğinden” şeklinde aktarılmıştır. Bu olayda Hasan’ın kişisel yaşantısı ile milliyetçi ideallerinin çatışması gösterilmektedir ve bu çatışmanın ilkinde duygularının bir kısmını Nilgün’e aktaran Hasan Nilgün’e karşı bir eylemde bulunmamıştır[8]. “Hasan‟ın ülkücülüğünün aslında fakirliği, çaresizliği, başarısızlığı, boşaltılamayan gençlik enerjisini, aşağılanmışlığı telafi etmek için kamuflaj işlevi gördüğünü anlarız. Hasan‟ın ülkücülüğü ideolojik bir seçim değil, bir sosyalleşme ve güç edinme girişimi olarak görülebilir.” (Erol, 2014)  Öncelerinde duyguları ve kişisel düşünceleri nedeniyle eyleme geçmeyen, milliyetçiliği kamuflaj adına kullanan ve milliyetçilik-duygular ikileminin ilkinde duyguları ağır basan Hasan’ın Nilgün’ün tek bir faşist söylemi sonucunda eyleme geçerek Nilgün’ü öldürmmüştür[9]“Manyak faşist, bırak beni!” İşte, böyle ötekilerle birlik olduğunu itiraf etmiş oldu. Ben önce çok şaşırdım, ama sonra hemen oracıkta onu cezalandırmaya karar verdim ve vura vura cezalandırdım.” (Pamuk, s. 261) Sonrasında ise Hasan, âşık olduğu kadını öldürmekten pişmanlık duymadan tüm duygusal sorumluluğu milliyetçilik unsuruna yükleyerek yaptığı eylemin bireysel sorumluluğunu yükünün altına girmeden sebep olduğu ölümün sıradan bir sağ-sol çatışması kurbanı olarak görmüştür[10]. En başından beri ardına saklandığı kamuflajın Hasan’ın gerçek benliğinin yerini kaplaması ile Hasan’ın eser başından beri oluşturulan karakter kurgusuna karşı gelinerek Hasan tarafından Nilgün’ün ölümünü basitçe karşı tarafın zaiyatı olarak görebilecek kadar değersizleştirilmesi ile Nilgün’ün Hasan için âşık olduğu kadından bir komünist militana evrilmiştir. Bu evrim, Hasan’ın karakter bütünlüğü açısından yalnızca bir “faşist” söylemi sonucunda yaşanmış olduğu için temellendirmesi yetersiz bir geçiştir. Tüm bu nedenlerle Nilgün’ün ölümü; verilmek istenen çeşitli mesajların[11] yanında iki karakterin de Pamuk tarafından öldürülmesi[12], eserde bulunan karakterlerin çeşitli amaçlar uğruna feda edilebilir görülmesi ve Hasan’ın karakter kurgusunun herhangi net bir geçiş bulunmadan değiştirebilmesini sağladığından dolayı eserde kurgusal bir boşluk yaratmaktadır.  

 

Hasan’ın karakter değişimine benzer bir boşluk da Selahattin karakterinde yer almaktadır. Kitabın başından jakoben, pozitivist, materyalist görüşleri temsil eden Selahattin’in ölümü keşfetmesi ile birlikte “Doğu’da ölümü keşfettim! Ne dediğimin farkında mısın? Boş boş bakıyorsun! Tabii, çünkü ancak karanlığı bilen aydınlığı anlar, ancak Hiçliği bilen varolmak ne demektir bilir. Ölümü düşünüyorum, demek ki varım! Hayır! O Doğulu uyuşuklar da ne yazık ki, varlar ve sen elindeki örgü şişlerin de varsınız, ama ölümden hiçbirinizin haberi bile yok! O zaman, doğrusu şöyle söylemeli: Ölümü düşünüyorum, o halde Batı‘lıyım!” tüm bu jakoben, pozitivist, materyalist görüşler temel vurgunun Faruk ve Hasan karakterlerince gözlemlenen Doğu-Batı eksenine yönelmesiyle yitirilmiştir. Selahattin, Doğu-Batı ikileminin temel nedenini kendince keşfetmiş olsa da bu keşif esasen eserin girişinde Allah’ın öldüğü söyleminin[13] de kaynağı olan “Tanrı Öldü” sözünün sahibi Nietzsche’ye aittir. “Nietzsche’ye göre ölümün insanlar üzerinde korku ve kaygı yaratmasının nedeni Hıristiyanlığın “öte dünya” inancıdır. Böylece ölüm yaşamın sonu değil; yeni ve bilinmez bir başka yaşamın başlangıcı olarak insanları korkutmaya ve endişelendirmeye başlamıştır.” (Merkit, 2020) Selahattin ile Nietzsche arasındaki fark, Nietzsche’nin Selahattin’in Batı olarak gördüğünü Hristiyan olmak ve öte dünya inancı bakımından eleştirirken Selahattin’in Batı’da bu keşfin yapıldığı varsayımı ile Doğu’yu aynı sebeple eleştirmesidir. Ölümü keşfinin ardından bu keşfin Selahattin açısından önemli bir değişime sebep olacağı beklenirken bu yaşanmaz. Ölümü keşfettiği anda hiçliği bilenin var olmayı da bileceği imasında bulunan Selahattin bu buluş sonucunda yaratacağı devrimlerden bahsettikçe eser boyunca Fatma Hanım’ın bellek kalıntılarından beslenerek kendine yer oluşturan Selahattin’in Fatma Hanım’ın zihni tarafından “susturulduğu” ve bu bölümün ardından Fatma Hanım bir daha Selahattin Bey’den bahsetmeyerek ve eserin sonlandırıldığı görülmektedir. Hasan, Nilgün ve Selahattin ölüm açısından aynı amaca hizmet etmişlerdir: Üç karakter de ömürlerinin sonunu bir Doğu-Batı sorunsalıyla yaşamıştır. Aralarındaki fark Nilgün’ün ölümü ve Hasan’ın felsefi ölümü eserde Nilgün’ün asla anlatıcı ya da bir bellek çağrışımında bireysel hislerini tam olarak ifade edememesi ve Hasan’ın kendi başına bir anlatıcı olmasından doğacak şekilde bu ölümlerin fazlaca göze çarpmasıdır. Diğer iki anlatıcıya karşılık Fatma Hanım’ın bellek kırıntılarında yaşayan Selahattin’in Fatma Hanım tarafından unutulması ya da bastırılması[14] aracılığıyla Selahattin’in Pamuk tarafından susturulması Nilgün ve Hasan karakterlerinin aksine kurgusal açıdan çok daha serbest kalmaktadır. Bu serbestlik sayesinde Selahattin karakterini de sessizleştiren Pamuk, felsefi açıdan büyük önem arz eden ölümün keşfedilmesi kavramını kitapta yer alan ana tema olan Doğu-Batı ikilemindeki mevcudiyeti dışında hiççilik-varoluşçuluk benzeri felsefi temalardan uzak tutmuştur. Bu susturulma nedeniyle ise ölümü keşfeden Selahattin karakteri ölümü keşfinin sonuçlarını yaşamamış ve karakterin kurgusu tamamlanmadan ölümü keşfi ile sonlanarak 4 ay sonra öldürülmüştür.

 

Tüm bu bulgular eşliğinde Sessiz Ev eserinde, içerdiği çokça Doğu-Batı sorunsalı ana temasını aktarırken eser sonuna dek oluşturulan karakter kurgularının eser boyunca taşıdığı anlamlara rağmen eserin çözüm bölümüne gelindiğinde anlam taşıma kaygısının artması sonucunda kurgusal temaya sadık kalınmasının ikincil plana düştüğü gözlemlenmektedir. Bununla birlikte eserdeki asıl toplumsal mesajların evin veya Türkiye’nin sessizliği ile değil, kurgunun nispeten dışında kalan Faruk karakterinin ve kurgu boyunca tutarlılığını sürdürmüş karakterlerin eser sonunda “susturularak” verildiği gözlemlenmektedir. Bu niteliği bakımından Sessiz Ev eserinin, Türk toplumuna bir ayna tutabilme özelliğini yerine getirmekle birlikte içerdiği kurgusal kusurlar neticesinde eserin çözüm bölümüne yaklaşıldıkça kurgusal gerçekçiliğin azalmasıyla  öyküleyici niteliğini didaktik niteliğine bıraktığı gözlemlenmektedir.



Dipnotlar:

[1] Ajan: (İng. Agent): Spesifik sonuçlar elde etmek amacıyla kullanılan kişi, nesne, güç. (“Definition of Agent,” t.y.)

[2]Fatma yoruluyordu, biz de hizmetçi arıyorduk, aç kalmasın diye aşağı küçük odaya yerleştirdik. Çalışkandır. Ama oraya sığmıyor. Bir kulübe yaptım. Kocası da askerden dönmedi.” (Pamuk, s. 98). “Sekiz ay sonra elmaslı bileziklerimden birincisini almaya geldiğinde o başındaki şapkayı Müslümanlar da giymek zorundaydı. Elmaslı bileziklerin ikincisini almaya geldiğinde yıl, artık 1345 değil, 1926 idi.” (Pamuk, s. 100). Kitapta verilen net tarih 1926. İki alıntı kitapta ardı ardına yer almaktadır ve kulübenin Selahattin Bey’in hizmetçiden doğan gayrimeşru çocuklarının doğması ve barınması için yaptırılan bir ev olduğu “Sonra onunla, daha rahat ve ansiklopedisinde sık sık kullandığı kelimenin dediği gibi belki daha ‘hür ve serbest’ eğlenebilmek için şimdiki kümesin oraya o kulübeyi yaptığını görür iğrenirdim: Sarhoş sarhoş çalışma odasından çıkıp geceyarısı oraya gittiği zaman ben odamda, elimde örgüm ve şişlerim, kıpırdamadan oturur, orada ne yaptıklarını düşünürdüm.” (Pamuk, s. 212) ortaya çıktığından Recep ile İsmail’in 1926 yılı civarında doğduğu ve bu nedenle sessiz kuşağa dahil olduğu söylenebilir.

[3] Bölüm 26 (Hasan Plağı ve Defteri Geri Vermek İsterken): İkili arasındaki birlikte yaşamamış olmaktan ve fikir ayrılıklarından doğan farklılıkların gözler önüne serildiği bölümdür (Pamuk, s. 208-222).

[4] Fatma Hanım’ın yaşantısına dair ipuçları veren alıntılar: “Eve dönüş yolunda karşısında otururken annemin yüzüne bakmaktan korkuyordum: Ağlamaktan kızarmış gözlerim arabanın arkasında bıraktığı yolda ve Şükrü Paşa’ların hâlâ gözüken konağının pencerelerindeydi ki, annem birden bana bağırarak, şımarık bir kız olduğumu söyledi. Öfkesini alamamış olacak ki, bir süre daha söylendikten sonra ekledi: Gelecek hafta Şükrü Paşalar’ın konağına gidemeyecektim.” (Pamuk, s. 320), “Sonunda, peki dedim ve o zaman babam beni karşısına aldı: Kızım baba evinden gidiyorsun, şunu kulağına küpe et: Erkeklere çok sormamak gerektiğini anlatıyordu, merak kediler içindir, peki baba, zaten biliyorum, ben sana bir kere daha söyleyeyim de kızım, elini de öyle koyma, bak tırnaklarını da ısırma artık kaç yaşındasın, peki baba sormam, sormayacaksın, sormadım.” (Pamuk, s. 17)

[5] Bölüm 29: “Babaanne Gece Ziyaretçileri Kabul Ediyor: Nilgün’ün ölümün kesinleştiği ve Fatma’nın bellek aktarımlarında Selahattin’in ölümünden 4 ay önce ölümü, Doğu-Batı arasındaki temel farkı, keşfettiği bölümdür.” (Pamuk, s. 282-292)

[6]“Dikkat edin bu küçük çakala!” dedi berber. “Çok ateşli bu. Hadi bakalım.” ” (Pamuk, s. 28)

[7] “Alın götürün bu Katerina’yı derim, benim Baltacı Mehmet Paşa’nın hatasını tekrarlamaya niyetim yok, milletim, o zayıf Baltacı yüzünden çok çekti, ama bitti artık o günler ve sonra, nöbetçiler seni götürürlerken ben bir odaya çekilir belki de ağlarım ve senin gibi bir kızı bile ne hale getirebildikleri için, belki de bir tek o yüzden, hislerime kapılır komünistlere çok sert davranırım, ama sonra gözyaşlarını kurur ve demek, yıllarca boşuna acı çekmişim diye düşünerek avunurum” (Pamuk, s. 201)

[8]“Niye kaçıyorsun?” diyorum. “Ben sana ne yaptım?” Susuyor. “Benim bir kötülüğümü mü gördün söylesene?” Söylemiyor. “Söyle neden ağzını açmıyorsun?” Gene söylemiyor. “Peki,” dedim. “Biliyorum ben senin neden konuşmadığını, söyleyeyim mi neden?” Bir şey demiyor ve kızıyorum. “Benim hakkımda yanlış şeyler düşünüyorsun değil mi?” dedim. “Beni öyle sanıyorsun! Ama yanılıyorsun, kızım yanılıyorsun, şimdi anlayacaksın neden yanıldığını,” dedim, ama hiçbir şey yapmadım. Çünkü utanmıştım ve birden bağırmak istemiştim saçmalıktan korktuğum için sanki! Tam o sırada da, Allah belâsını versin, karşıdan gelen o iki şık beyefendiyi gördüm.” (Pamuk, s. 204)

[9] Nilgün’ün ölümü Hasan’ın onu vurarak cezalandırılmasından çok daha sonra yaşansa da Hasan iç dünyasında Nilgün’ü öldürdüğünden emindir: “Önce, dün kaç kişi öldürüldüğüne baktım. Kars’ta, İzmir’de, Antalya’da, Ankara Balgat’ta… İstanbul’u atlayıp sona bıraktım. Bizden 12, onlardan 16 kişi gitmiş. Sonra Istanbul’dakilere baktım yok, İzmit’in adı bile yok. Sonra, heyecanla, asıl korktuğum yere baktım, hızlı hızlı okudum, ama yaralananlar arasında da Nilgün Darvinoğlu yoktu.” (Pamuk, s. 310)

[10]Önce, dün kaç kişi öldürüldüğüne baktım. Kars’ta, İzmir’de, Antalya’da, Ankara Balgat’ta… İstanbul’u atlayıp sona bıraktım. Bizden 12, onlardan 16 kişi gitmiş. Sonra Istanbul’dakilere baktım yok, İzmit’in adı bile yok. Sonra, heyecanla, asıl korktuğum yere baktım, hızlı hızlı okudum, ama yaralananlar arasında da Nilgün Darvinoğlu yoktu.” (Pamuk, s. 310) 

[11]Romanın sonunda ise Faruk’un “en masumumuz” olarak nitelendirdiği Nilgün, milliyetçi düşüncenin temsilcisi Hasan tarafından sokak ortasında atılan dayak yüzünden öldürülür. Nilgün’ün öldürülme sebebi ise onun yerleşik düzene karşı çıkması ve hegemonik erkeklikler tarafından kendi iktidarlarına bir tehdit olarak görülmesidir. Bu nedenle yazar, hegemonik erkeklikle iş birliği yapar ve onun iktidarını pekiştirmek için zaten roman boyunca susturduğu Nilgün’ü romanın sonunda öldürüverir.” (Sağlam, 2014)

[12] Nilgün ölüm kavramını yaşamsal faaliyetlerinin durması şeklinde gerçekleştirirken Hasan’ın sahip olduğu idealler neticesinde kendi karakterine ihanet etmesi Hasan’ın felsefi ölümünün gerçekleşmesidir.

[13] “Evet, Allah yok, Fatma, bilim var artık. Allah’ın öldü senin, budala kadın!” (Pamuk, s. 23)

[14]Bastırma(Repression): Psikanalisttik teoride, rahatsız edici anıların, düşüncelerin veya duyguların bilinçli zihinden dışlanması.



Kaynakça:

Definition of agent. (tarih yok). In www.dictionary.com. https://www.dictionary.com/browse/agent

 

Pamuk, O. (1983). Sessiz Ev. Yapı Kredi Yayınları.

 

Erol, S. (2014). Orhan Pamuk’un romanlarının tema bakımından incelenmesi (Doctoral dissertation, Adıyaman Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü).

 

Merkit, N. "SPİNOZA VE NİETZSCHE'NİN FELSEFESİNDE ÖLÜM SORUNU". FLSF Felsefe ve Sosyal Bilimler Dergisi (2020): 437-450

 

Uğurlu, A. (2003). Orhan Pamuk Romanında Atmosfer (Doctoral dissertation, Fen Bilimleri Enstitüsü).

 

Turan, Y. Z. (2016). Modernist Roman Olarak As I Lay Dying & Sessiz Ev. HUMANITAS-Uluslararası Sosyal Bilimler Dergisi, 4(08), 353-366.

 

Şener, A. (2016). Orhan Pamuk'un Cevdet Bey ve Oğulları, Sessiz Ev ve Kar Romanlarında" Politik Söylem" (Master's thesis, Kırklareli Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü).

 

Sağlam, M. (2014). Orhan Pamuk'un Romanlarında Erkeğin İktidarı (Doctoral dissertation, Bilkent Universitesi (Turkey)).           


bottom of page