top of page

İşsizlik Probleminin Toplumsal Açıdan Ele Alınması Ve Alternatif Çözüm Önerileri


Giriş:

 

İşsizlik; bedensel ve zihinsel açıdan çalışmasına mâni olacak herhangi bir engeli bulunmayan bireylerin, çalışmak için yeterliliği ve isteği olmasına rağmen çeşitli dış etkenlerden dolayı iş bulamaması olarak tanımlanır. İş gücü piyasalarındaki sorunlar sebebiyle ortaya çıkan bu durum, dünya çapında incelendiğinde gelişmekte olan ülkelerde gelişmiş ülkelere kıyasla daha fazla görülmesine karşın küresel açıdan sosyal bir problem olarak kabul edilir. İşsizlik kavramını “açık işsizlik” ve “gizli işsizlik” olarak iki farklı genel başlıkta incelemek mümkündür. Gizli işsizlik, çalışır göründüğü halde verimliliği sıfır ya da sıfıra yakın olup toplam üretime çok az ya da hiç katkıda bulunmayanların oluşturduğu işsizliktir (Gündoğan, 2022: 298). Açık işsizlik ise işsizlik tanımına uyan ve piyasa ücreti düzeyi nedeniyle iş bulamayan bireylerin tamamını ifade eder. Açık işsizlik; kendi içinde yapısal, konjoktürel, mevsimlik, teknolojik ve geçici olmak üzere beşe ayrılır. Yapısal işsizlik, işgücü piyasasındaki becerilerin genel piyasanın talepleriyle uyuşmazlığından kaynaklanır. Özellikle teknolojik gelişmeler, mesleki dengesizlikler ve üretim süreçlerindeki değişimler yapısal işsizliğin başlıca nedenleridir. Konjoktürel işsizlik, dönemsel işsizlik olarak da adlandırılmakta olup ekonomik dengelerin kısa ya da uzun vadedeki dalgalanmaları nedeniyle ortaya çıkar. Mevsimlik işsizlik, mevsime bağlı olarak üretilen mallara veya sağlanan hizmetlere olan talebin mevsimsel koşulların değişmesi nedeniyle düşmesi ya da üretimin bu doğrultuda azalması nedeniyle meydana gelen işsizliktir. Teknolojik işsizlik; gelişen teknoloji doğrultusunda üretim teknolojilerinin de değişmesi, yeni organizasyonların, ürünlerin ve uygulamaların kullanılması sebebiyle görülen işsizliktir. Son olarak geçici işsizlik, kişinin kısa süreli mekân ya da iş değiştirmesi nedeniyle işsiz olarak tanımlanması durumudur.

 


  1. İşsizlik Probleminin Tarihsel Arka Planı:

Küresel problemlerin arasında yer alan işsizlik, 18. yüzyılda İngiltere’de başlayan Sanayi Devrimi’yle hız kazanmış ve sorunun toplumsal hayata olan etkisini daha belirgin kılmıştır. Buharlı makinelerin icadıyla birlikte makineli üretimin ön plana çıkması nedeniyle el işçiliğinin önemi azalmış; geleneksel yöntemlerden yeni teknolojiye geçiş yapılamaması ve uyum sağlanamaması üzerine zanaatkâr kesimde işsizliğe neden olmuştur. Bunun yanında ortaya çıkan yeni iş gücü ihtiyacı ve işsizliğin sonucu olarak kırsal kesimlerden kentlere doğru göçler gerçekleşmiştir. Bu bölgelerde artan yoğun nüfus nedeniyle iş olanakları yeterli olmadı ve kentsel alanlarda da işsizlik artışı meydana gelmiştir. Bu doğrultuda fabrikaların ucuz işçi talebiyle kadın ve çocuk işçilerin yaygınlaşması da cinsiyet bazlı işsizlikte dengesizliğe sebep olmuştur. Erkek işçilerin iş bulma olanakları kısıtlanmıştır.


Sanayileşmenin bu denli yaygınlaşması, kapitalist ekonomi görüşünü yaygınlaştırmıştır. Buna bağlı olarak yeni sömürge arayışları ve ekonomik dalgalanmalar başlamıştır. Dalgalanmaların beraberinde getirdiği işsizlik artışı ve ekonomik bunalımlar 1929 Büyük Buhranı’na yol açmıştır. Küresel çaplı bu ekonomik kriz, en önemli etkileri ABD’de görülmesine rağmen dünya genelini olumsuz etkilemiştir.


“Avrupa’da endüstriyel üretim, ülkelere ve sektörlere göre farklılık gösterse de %30 ile %60 arasında gerileme göstermiş; dış ticaret hacmi 58 milyon dolardan 21 milyon dolara kadar düşmüş ve neredeyse 20 milyon kişinin işine son verilmiştir” (Yavuz, 2021: 380).


Değişen dengeler, uygulanan politikaların sosyal ve ekonomik açıdan tekrar değerlendirilmesine neden olmuştur. Ek olarak işçi kesim işsizliği önlemek ve iş güvencesini sağlamak amacıyla sendikalar kurmaya başlamıştır. Bu örgütlenmeyle birlikte işçi haklarıyla ilgili önemli gelişmeler yaşansa da ekonomik krizler her zaman toplumdaki işsizlik oranını etkilemiştir.


İkinci Dünya Savaşı sonrası 1940’lı yıllar da ekonomide büyük çaplı değişimlerin gerçekleştiği bir zaman dilimidir. Bu dönem, ABD ve Avrupa’nın ekonomik anlamda geniş çaplı büyüme yaşadığı bir dönemdir. Yeniden değerlendirilen ve değişimler yaşayan politikaların ardından işsizlik oranı azalmış ancak tam anlamıyla önlenememiştir. Kurulan sendikalar, sosyal güvenlik ve işsizlik sigortalarıyla ilerlemeler kaydedilmesine rağmen gelişen teknoloji işsizlik sorununu tekrardan gündeme getirmiştir. 1960’lı yıllarda geliştirilen yeni üretim teknolojileri, elle üretimi ve insan kaynaklı iş gücüne duyulan gereksinimi daha da azaltarak işçi kesime karşı tekrardan bir tehtid oluşturmuştur.  Küreselleşmeyle birlikte yeni bir boyut kazanan ülkeler arası ekonomik rekabet, teknolojik açıdan gelişmiş ülkeleri yeni satış alanları aramasına ve üretim masrafını düşürmeye itti. Bu nedenle fabrikalar, teknolojik gelişmelere ayak uyduramamış ülkelerde yeni şubeler açmış ve fabrikalar üretim masrafının düşük olduğu bölgelere taşınmıştır. Bu politika, ABD ve Avrupa ülkelerindeki işçi kesimi olumsuz etkilemiş, işsizlik oranının artmasına sebep olmuştur.


2000’li yılların başlarına doğru büyüyen dijital ekonomi ve artan çalışma alanları, yeni iş olanakları sağlamıştır. Ancak geleneksel üretim teknikleriyle çalışan kesim yeni teknolojilere ayak uyduramamış, yapısal işsizlik sorunu ortaya çıkmıştır. Devamında, 2008 yılının Eylül ayında, ABD’de ortaya çıkıp hızla diğer ülkelere yayılan finansal bir kriz gerçekleşmiş, işsizlik oranını küresel anlamda olumsuz etkilemiştir.


Kriz, ABD’de düşük faiz ortamında ödeme gücü yetersiz kişilere özensiz biçimde verilen konut kredilerinin (mortgage) ev fiyatlarında artışa sebep olması; sonrasında ise FED’in faizleri artırması sonucu değişken faizle kullandırılan konut kredilerinin geri ödenmesinde yaşanan problemler ile ortaya çıkmıştır. Konut kredilerinin menkulleştirilerek türev ürünlere çevrilmesi ve finansal kurumların risk kontrolünde gerekli özeni göstermeden bu ürünlere yatırım yapması, krizin boyutunu daha da arttırmıştır (Polat, 2018: 177).


Bu duruma bağlı olarak piyasadaki yatırımların, üretim ve tedarik zincirlerinin zarar görmesi başta ABD olmak üzere birçok ülkedeki işsizlik oranını arttırmıştır.


2020 yılında gerçekleşen Covid-19 salgını da ülkelerin ekonomik ve sosyal yapısını etkileyen olaylara örnek gösterilebilir. Salgın hastalık nedeniyle hizmet veren birçok işletme kapatıldı. Bu ekonomik daralmanın etkileri hâlâ küresel anlamda devam etmektedir.

 


  1. Türkiye’de İşsizlik Problemi ve Olası Nedenleri:

Dünya üzerindeki pek çok ülke gibi Türkiye’de de işsizlik sorunuyla karşı karşıyadır. Özellikle 1980’li yıllardan bu yana küresel çaplı ekonomik krizlerden ve teknolojik değişimlerden etkilenen Türkiye, artış göstererek yüksek düzeylere ulaşan işsizlik oranlarıyla mücadele etmektedir. Bu duruma neden olan birden fazla etmen bulunmaktadır.


Teknolojik gelişmeler, Türkiye’de artan işsizlik sorununun başlıca nedenlerindendir. Zaman ilerledikçe hız kazanan dijital dönüşüm sürecine ayak uydurulamaması, günümüz dünyasında yaygın olan sektörlerde iş gücü talebinin teknolojinin hızına bağlı olarak azalması işsizlik oranını arttırmaktadır. Düşük verimli işçilerde görülen yapısal işsizlik problemi bunun bir kanıtı olarak gösterilebilir. Bu açıdan incelendiğinde Türkiye’deki işsizlik oranının ABD, Çin, Rusya gibi teknolojik açıdan gelişmiş ülkelere kıyasla daha fazla olduğu görülür.


Teknolojik gelişmelerin yanı sıra ülkede artan mülteci ve göçmen sorunu da işsizlik oranının artmasına neden olan etmenlerdendir. TÜİK verilerine göre 2022 yılında yurt dışından Türkiye’ye 492 bin 52 kişi göç etmiştir. Göçmen sayısının bu denli fazlalığı, iş veren kesimin düşük ücretle farklı uyruklardan işçi çalıştırması ve göçmen iş gücünün yoğunluğu Türkiye’deki işsizlik oranını arttırmaktadır. Ayrıca maliyetlerin düşürülmesi adına sosyal güvence ve sağlık sigortası sağlanmayan kayıt dışı işçi nüfusundaki artış, sosyal haklarının korunmasını talep eden yerli iş gücündeki daralma, iş gücü piyasasını olumsuz etkileyen faktörlerdir.


Meslek sahibi olmanın temel şartlarından biri olan eğitim sisteminde görülen problemler de işsizlik oranını etkiler. Türkiye’deki iş gücünün eğitim seviyesinin yeterince yüksek olmaması, eğitim sistemindeki bozukluklar, üniversitelerdeki ve mesleki eğitimlerdeki yetersizlikler, iş gücü piyasasının talep ettiği becerilerin eğitim sürecinde yeterince aktarılamaması, genç nüfusun iş bulma sürecindeki tecrübesizlik genç nüfustaki işsizlik oranının artmasına neden olur.


İş gücü piyasasındaki cinsiyet eşitsizliği, Türkiye’deki işsizlik oranını olumsuz etkilemektedir. Kadınlara toplumsal cinsiyet rolleri bakımından yüklenen sorumluluklar, “güçsüzlük, zayıflık, narinlik” gibi sıfatlar; kadınlara karşı duyulan ön yargı ve toplumsal algılar, kadının iş olanaklarını kısıtlamakta ve iş gücü piyasasına katılım oranını düşürmektedir. Kadın iş gücündeki bu eksiklik, genel işsizlik oranında da düşüşe neden olmaktadır.


Türkiye’deki gelişim oranı bölgesel ve il bazında farklılıklar göstermektedir. Marmara, Ege gibi batı kesimde yer alan bölgelerde gelişim oranı daha yüksek, Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde ise daha düşüktür. Ülkedeki bu dengesizlik, iş gücü piyasasında da eşitsizliğe sebep olur. Gelişmemiş bölgelerdeki kısıtlı imkânlar iş bulma olanaklarını kısıtlamakta ve işsizlik oranını arttırmaktadır.


Türkiye’nin ekonomik büyüme oranı gelişmiş ülkelere kıyasla düşüktür. Ekonomik alt yapının sağlam olmaması, yeterli istihdamın sağlanamaması, ekonomik krizlerin ve durgunluk dönemlerinin yönetilememesi, enflasyon oranının yüksekliği, şirketlerin küçülmesi ve yatırımlarının azalması işsizlik oranını büyük ölçüde arttırır.

 


  1. İşsizlik Problemine Karşı Alternatif Çözüm Önerileri:

Türkiye’deki işsizlik sorunun çözülebilmesi için ilk olarak gelişen teknolojiye ayak uydurarak bu doğrultuda yeni iş alanları ve istihdam stratejileri geliştirilmelidir. İş alanlarının kısıtlanması, özellikle genç nüfustaki işsizlik oranını arttırmaktadır. Buna bağlı olarak üniversitelerin ve mesleki eğitim programlarının geliştirilen yeni iş alanlarına yönelik eğitim modellerine geçiş yapması gerekir. Nitelikli iş gücü oluşturulması adına mesleki eğitimin piyasa taleplerine ve yeni teknolojilere uygun olarak değiştirilmesi ve geliştirilmesi gerekmektedir. İşsiz nüfusun tespit edilebilmesi, sorunun çözülmesi adına büyük önem taşır. İşsiz nüfusa yönelik bir profil oluşturulmalı, bu profilin beklentilerine ve becerilerine yönelik bir tespitte bulunulmalıdır. Elde edilen bulgulara yönelik piyasa stratejileri ve iş gücü alımı gerçekleştirilmelidir. Bunlarla birlikte iş veren kaynaklı ayrımcılığın önlenmesi gerekir. Kayıt dışı işçi alımı, maliyetin düşürülmesi adına iş verenin sorumluluklardan kaçarak yabancı uyruklu bireyleri tercih etmesi, cinsiyet ayrımı gibi sorunları önlemek için sıkı bir denetim mekanizması geliştirilmelidir. Devletin bu konudaki rolü büyüktür. Yeni yasalarla ve yaptırımlarla bu tür engellerin önüne geçilmelidir. Ayrıca ülkedeki yapısal işsizlik problemine bir çözüm üretilmesi gerekir. Hâli hazırdaki iş gücünün beceri ve bilgi eksikliğini gidermek adına çalışanlara yönelik eğitimlerin verilmesi, piyasa ihtiyaçlarının analizinin yapılması gerekir. Tüm bu uygulamaların göz önüne alındığı bir kalkınma modeli, işsizlik sorununu tam anlamıyla ortadan kaldıramasa bile azaltabilecek bir etkiye sahiptir.



Sonuç:

 

Bedensel ve zihinsel açıdan çalışmasına mâni olacak herhangi bir engeli bulunmayan bireylerin, çalışmak için yeterliliği ve isteği olmasına rağmen çeşitli dış etkenlerden dolayı iş bulamaması olarak tanımlanan işsizlik sorunu, Sanayi Devrimi’nden bugüne dek süren bir sosyal problemdir. Gizli, açık, mevsimlik, konjoktürel, yapısal, teknolojik ve geçici gibi farklı türleri olsa da temelinde benzer sorunlar yatmaktadır. Teknolojik gelişmelere ayak uydurulamaması, göçmen nüfusun kontrolsüz artışı, eğitim sisteminde yaşanan problemler, artan enflasyon değerleri, ekonomik büyümenin yetersizliği, toplumsal cinsiyet kalıplarına bağlı olarak piyasada meydana gelen cinsiyet eşitsizliği, bölgesel anlamda gelişmişlik oranındaki asimetriklik ve yapısal işsizlik sorunu; Türkiye’deki işsizlik oranını arttırmaktadır. Bu oranın azaltılması için teknolojik gelişmelere uyum sağlanması, iş olanaklarının arttırılması, eğitim programlarının geliştirilmesi, iş veren kaynaklı ayrımcılığın önlenmesi, devletin yaptırımlarla ve yeni yasalarla denetim mekanizması oluşturması, yapısal işsizlik oranının düşürülmesi gerekmektedir.



Kaynakça:

Yavuz, E. (2021). 1929 DÜNYA EKONOMİK BUHRANININ TÜRKİYE’YE VE DİĞER ÜLKELERE OLAN ETKİSİNİN İSTATİSTİK ANALİZİ. Erzincan Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 14(2), 377-390.

Polat, M. A. (2018). KÜRESEL FİNANS KRİZİNİN NEDENLERİ. Al Farabi Uluslararası Sosyal Bilimler Dergisi, 2(1), 177-195.

Gündoğan, N. (2021). “İşsizlik”, TÜBİTAK SOSYAL BİLİMLER ANSİKLOPEDİSİ. TÜBİTAK Bilim Yayınları (1), 2. Cilt, 298

bottom of page