Duyarlı Bir Çocuk Olarak Filozof: Merakın Korunumu
- Emir Polat
- 23 Nis 2023
- 2 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 6 Eyl 2024
Çocukların daima çevrelerini keşfetme ve aldığı fiziksel, işitsel, görüşsel her türlü sonucu gözlemlerine dayalı olarak anlamlandırma eğiliminde olduğu göz önüne alındığında, her bir çocuğun birer potansiyel filozof olarak dünyaya geldiğini öne sürebiliriz. Özellikle çocukluk dönemlerinin ilk yıllarını onları bekleyen uzun hayata hazırlamak ve gözlemledikleri olguları içerisinde bulundukları dünyayı keşfetmek adına yetişkinlere sormak ile harcayan çocuklar; zaman geçtikçe içlerindeki bu merak duygusunu yitirmeye başlamakta ve adeta yetişkinlerle birlikte yetişkin olmaktadırlar. Bu durum, olağan “büyüme” olarak nitelendirdiğimiz süreçten farklı olarak sordukları soruların karşılığında aldıkları yanıtların yeterince özenli, nitelikli olmaması ve kimi zaman çeşitli ceza veya acı verici yaptırımlar ile karşılaşmaları halinde gerçekleşmektedir.
Buna göre soruların yanıtlarını vermekte olan çoğu yetişkin, zamanla önceki nesiller tarafından tekdüze olarak kurulan ve kalıplaşmış faaliyetler ile insanların hayatlarını “düzene” soktuğu ifade edilen iş modellerine entegre edilmek durumunda bırakılmıştır. Aslında bireylerin dünyaya alışmasını, meraklarının söndürülmesini sağlayan bu iş modelleri; içerisinde bulundurduğu bireylerin çocuklara karşı bakış açısını da sınırlandırmış ve genellikle gelecekte yapacağı meslek dışındaki olay ve olguların fazla işlevsel olmayacağı kanısıyla çocuklara yeterince önemin arz edilmediği cevaplar sunulmuştur. Çocukların yetişkinleşmesi sürecindeki bir diğer temel etken ise çocukların yaptıkları eylemler sonucunda karşılaştıkları sonuçların onlara fiziksel veya psikolojik olarak acı vermesidir. Bu durumu, bir çocuğun içinde su kaynayan bir kazana elini değdirmesi sonucu yakması veya bu tarz bir hareketi sonrası ailesinin çeşitli eylemleri yasaklama bazlı ceza uygulamaları olarak açıklayabiliriz. İki durumda da çocuk, yaptığı eylem sonucunda yaşadığı acı duygusunun (yanma) veya ailesine karşı duyduğu üzüntünün (pişmanlık) caydırıcı etkilerine maruz kalmakta ve sonraki zaman dilimlerinde çevresine atılımı noktasında daha çekimser davranmakta, her seferinde karşılaşacağı olumsuz sonuç algısıyla daha az sorgulamaktadır. Böylelikle, yaş bakımından büyüyerek iş hayatına atılma çağına gelen neredeyse her birey topluma neden-sonuç algısı ve merak duygusu körelmiş birer yetişkin olarak dahil olmaktadır.
Filozoflar ise bu “yetişkin” tasvirinden, fikir dünyalarını daima yeniliklere açık tutmaları ile sıyrılmakta ve dünyada geçirdikleri süre dolayısıyla toplumun normlarına hâkim olmakla birlikte çocukluk dönemlerindeki meraklarını yitirmeyerek “gelişimlerini tamamlamış birer birey” veya “duyarlı birer çocuk” olarak kendilerini topluma kazandırmaktadırlar. Böylece, hem bu sürecin öneminin farkındalığıyla çocuklarla sordukları sorular üzerinden tartışmalar açarak dünyayı anlamlandırma yolculuğunda onlara destek olmakta hem de toplumun tamamında (çocuklar ve yetişkinler) doğru bilginin bulunması noktasında bireyler için yol gösterici olmaktadırlar. Bu yönleriyle toplumun bilişsel altyapısını oluşturmakta fazlaca etkili olan filozoflar; toplumla etkileşime geçtikçe insanlardaki merak duyusunu gün yüzüne çıkarmakta, yetişkinlere doğru bilgiye ulaşım sürecinin değerinin farkındalığını elinden geldiğince aşılamakta ve böylece merak duygusundan ödün vermeyen, yenilikçi nesillerin oluşmasında topluma rol model olmaktadırlar.
Yazılı analiz çalışmasında sunulan tüm bu bilgiler değerlendirildiğinde toplum, yaşa dikkat edilmeksizin içerisinde bulunduğu çevreyi sorgulama düzeyine göre çocuk, yetişkin ve gelişimini tamamlamış birey (filozof veya duyarlı çocuk) olarak farklı kategorilere ayrılmıştır. Bu noktada, dünyadaki her nesne, olay veya olguyu “ilginç” gözüyle görmekte olan çocukların; bakış açısı içerisinde bulunduğu toplum (geçmiş nesil) tarafından sınırlandırılmış ve kasıtlı olmaksızın gelecek nesillerin de merak duyularını köreltme eğiliminde bulunacak olan birer yetişkine dönüşmemelerinin toplum yararına olacağı vurgulanmıştır. Buna göre bilişsel yetkinliğini herhangi bir uyarandan çekinmeden kullanacak olan gelecek nesillerdeki çocukların, yaratıcılıklarını ve gözlemleme yetilerini kaybetmeksizin geliştirerek gelişimlerini tamamlaması ve dünyaya her zaman yeniliklerin varlığının bilinciyle bakan “duyarlı bir çocuk”, bir “filozof” olarak topluma kazandırılması gerektiğine ulaşılmıştır.