2500 Yıllık Libya Tarihi
- Emir Polat
- 27 Mar 2022
- 11 dakikada okunur
İçindekiler:
1. Antik Libya
2. İslami Libya
3. Osmanlı Dönemi Libya’sı
4. 1911 – 1951 Yılları Arası Libya
5. 1951 – 1969 Yılları Arası Libya
6. Muammer Kaddafi Yönetimi
7. 2011’den Günümüze Libya
8. Kaynakça
1. Antik Libya
Günümüzde Libya’ya bağlı şehirler, antik dönemde birbirinden ayrı olarak kurulan devletler veya farklı devletlere bağlı olan şehirler olarak kurulmuştur. Öncelikle, ülkenin kuzey batısında yer alan ve günümüzde ülkenin başkenti olan Trablus’u, buraya ticaret yapmak için gelmiş olan Fenikeliler kurmuştur ve daha sonrasında bölge, M.Ö. 5. yüzyılda Kartaca devletine dâhil edilmiştir. Günümüzde Libya sınırlarında olan bir diğer şehir olan Bingazi, 6. yüzyılda Yunanlılar’ın kurduğu antik şehirlerden biri olan Siren’in kurulması ile kurulmuştur. Daha sonrasında M.Ö. 146 yılında Romalılar, Kartaca devletini işgal ederek ortadan kaldırmıştır ve ardından bütün Kuzey Afrika’ya hâkim olmuşlardır. Bölge, uzun bir süre Roma hâkimiyetinde kalarak birçok alanda gelişmiştir ancak Berberilerin uzun soluklu saldırıları sonucu fazlaca zayıflamış ve 430 yılında Vandallar’ın işgali ile de devlet iyice güçsüzleşmiştir. Bütün bunlara rağmen hâkimiyetin kaybedilmemesine karşın içinde bulunulan kötü durum dolayısıyla Bizanslılar’ın işgali son darbe niteliği taşımış oldu ve bölge 535 yılında Bizans hâkimiyetine girmiştir.
2. İslami Libya
Hz. Ömer’in halifelik döneminde, 642 yılında, Mısır’ı işgal etmiş olan İslam ordusu kısa sürede burayı ele geçirdi ve Bizanslılar’ın hâkimiyetinde bulunan Tunus ve Libya’ya yönelmiştir. İslam ordusunun uzun süren savaşları ve uğraşları sonucu Mısır’ın ele geçirilmesinden 5 yıl sonra Bizanslılar yenilgiye uğramış ve Tunus ile Libya ele geçirilmiştir. Yaklaşık olarak 150 yıl boyunca amillerin denetimi altında yönetilen Libya ve diğer Kuzey Afrika ülkeleri için 800 yılında Ağlebiler devri başlamıştır. Ağlebilerin 908 yılına kadar süren hâkimiyetleri sırasında bölge çokça gelişmiştir çünkü bu yaklaşık 100 yıllık dönem boyunca burada güvenlik başarılı bir şekilde sağlanmıştır. Ancak, 908 yılında Fatimiler bölgeyi fethetmiş ve Fatimiler’in hâkimiyetiyle oldukça uzun bir süre boyunca sürekli olarak isyanlar yaşanmıştır. Bu dönemde, yönetim sürekli olarak değişmiş ve bazı farklı gruplar bu yönetimlerden sıyrılarak başka devletlere bağlanmışlar veya yakın ilişkiler kurmuşlardır. Örneğin, 1049 yılında bu bölgede yaşayan bir grup olan Ziriler, Fatimiler’den ayrılarak Abbasiler’e bağlanmışlardır. Tüm bunlar düşünüldüğünde anlaşıldığı üzere, bölge çok uzun bir zaman boyunca bitmek bilmez bir karmaşa içerisinde kalmıştır. 1355 yılına gelindiğinde ise Philippo Doria anındaki bir Cenevizli amiral tarafından Trablusgarp (Libya’nın o dönemki ismi) ele geçirilmiştir ancak bundan 5 ay sonra bölge Meriniler’e satılmıştır.
Tüm bunlardan sonra İspanyollar, Endülüs’teki İslam yönetimi altında olan şehirleri sırasıyla kendi hâkimiyeti altına aldıktan sonra Kuzey Afrika’daki devlet ve şehirlere yönelmiştir. 1510 yılında V. Ferdinand tarafından gönderilen ordu Trablus bölgesini ele geçirmiştir. Ordu, bu işgal ile birlikte halkın büyük bir kısmını katletmiş ve geri kalanlar ise çeşitli yollarla şehrin merkezinden uzaklaştırılmıştır. Tüm bunlara karşın, bölgede İspanyol hâkimiyeti fazla uzun sürmemiş ve 1534 yılında Barbaros Hayrettin Paşa Trablus’u ele geçirmiştir. Kısa bir süre sonra Barbaros Hayrettin Paşa, bu toprakları kaybetmiş ve bölgeye hakim olan yeni devlet bölgeyi Hristiyan din adamlarının yönetimi altına almıştır.
3. Osmanlı Dönemi Libya’sı
Kuzey Afrika ile 15. yüzyılda ilgilenmeye başlayan Osmanlı Devleti için, Trablusgarplılar’ın 1510 ve 1519 yıllarında yardım almak için iki defa heyet göndermeleri Osmanlı Devleti adına büyük bir gelişme olmuştur. Yardım talebi için heyet gönderilmesinin sebebi, o dönemde Trablusgarp’ın hâkimiyetine sahip olan İspanyolların yerli halka çok kötü davranması ve birçok insanı katletmeleridir. Buna göre, o dönemde Osmanlı Devleti’nin hâkimiyeti altına girmek onlar için tek kurtuluş yolu olarak görülmekteydi çünkü Trablusgarp yerlilerinin İspanyollarla mücadele etmesi veya onların varlığını kabul ederek yaşamlarına devam etmeleri onlar için neredeyse imkânsızdı. Tüm bunların sonucunda, 1551 yılında bölge Kaplıderya Sinan Paşa ve Turgut Reis tarafından ele geçirilmiş ve böylelikle Osmanlı Devleti’nin hâkimiyet alanına dâhil olmuştur. Libyalı bir tarihçi olan İbn Galbun, Osmanlı hâkimiyeti ile bölgenin refahının arttığını ve huzur ortamının sağlandığını belirtmiştir. Ayrıca, Turgut Reis’in bölgenin beylerbeyi olarak görev yaptığı yıllar olan 1553 – 1565 yılları arası 12 yıllık dönem boyunca Trablus halkının zenginleştiğini ve şehrin nüfusunun arttığını ifade etmiştir. O dönemde Evlad-ı Muhammed’in hâkimiyeti altında bulunan ve günümüz Libya sınırlarının güney bölümünde bulunan Fizan ise 1577 yılında Osmanlı Devleti’nin hâkimiyet alanına girmiştir.
Osmanlı Devleti’nin hâkim olduğu Tunus, Cezayir, Trablusgarp gibi Kuzey Afrika ülkelerinin içerisinde bulunan şehirler Garp Ocakları olarak adlandırılmaktaydı. Trablusgarp’ın da Osmanlı Devleti’nin hâkimiyet alanına girmesiyle birlikte Trablus Ocağı da oluşturulmuştur. Başta Trablus Ocağı olmak üzere Garp Ocakları, İslam dünyasının ve Osmanlı Devleti’nin işgallerden korunmasında önemli bir rol oynamıştır. Buralardan çıkan askerler devletin savunma gücünü fazlaca arttırmış ve savaşlarda artık hâkimiyeti altında oldukları Osmanlı Devlet’ine çokça destek olmuşlardır. Ayrıca, Osmanlı Devleti’nin başkenti olan İstanbul’daki yönetim biriminin verdiği emirlere göre savaşlarda devlete destek vermekle görevli olan ve Türk kökenli askerlerden oluşan bir askeri sınıf olan yeniçerilerin bu topraklara gelmeleri kültürler ve ırklar arasındaki kaynaşmayı arttırmak konusunda önemli bir etken olmuştur. Çünkü belirli kural ve yasalara göre evlenmeleri yasak olan yeniçeriler bu bölgedeki yerli kadınlar ile evlenmiş ve çocuklarının olması sonucu Türk – Arap karışımı melez yeni bir nesil ortaya çıkmıştır.
Devletin başkentinden oldukça uzak olan Libya, 16. yüzyılda dünyadaki ekonomik dengelerin değişmeye başlamasıyla birlikte İstanbul’daki yönetim tarafından değil, ağırlıklı olarak o bölgede oluşturulan bir yönetim birimi tarafından yönetilmeye başlamıştır. Bu dönemlerde, dayılık denilen bu yönetim birimi; iç karışıklık ve ayaklanmaların bastırılması görevinde İstanbul’daki hükümete (yönetim) göre daha etkin rol oynamaktadır. Bununla birlikte; İtalyan, İspanyol, Fransız ve İngiliz gemilerinin kıyıdaki güvenliği ve korunumu başta olmak üzere yabancı gemilerle ile ilgili yapılan her türlü antlaşma ilgili bölgelerin dayılarıyla yapılmaktaydı. Düzenin bir süre böyle devam etmesinin ardından 1711 yılında Karamanlı Ahmed Bey’in bölgenin dayılığına gelmesiyle ve kontrolü ele almasıyla birlikte dayılık ile ilgili birtakım yasaları değiştirmiştir. Yasalar ve kanun üzerinde kontrolsüz bir biçimde yaptığı değişiklikler sonucu dayılık sistemi babadan oğula geçmekte olan bir uygulama haline gelmiştir. Böylelikle, Libya’nın yönetiminde egemen olan Karamanlı dayılığı veya ailesi dış ve iç politikada fazlaca bağımsız hareket etmiştir ve ileriki yıllarda bu eylemler Osmanlı Devleti adına birçok sorun çıkarmıştır. 17. yüzyıla gelindiğinde Osmanlı Devleti’nin merkezi yönetimini sağlayan İstanbul hükümetinin, Osmanlı Devleti’nin hâkimiyet alanı içerisinde bulunan eyaletlerinin kontrolünün fazlaca zayıfladığına ulaşılabilmektedir.
19. yüzyılda Amerika, Fransa, İngiltere, Napoli ve Sardunya gibi ekonomik açıdan güçlü ve nitelikli silahlarla donatılmış modern gemilere sahip devletler ile Osmanlı Devleti arasında yaşanan çatışma ve anlaşmazlıklar dolayısıyla Trablus’un bu devletlerin gemilerinden elde ettiği vergi geliri ortadan kaldırılmıştır. Bir kıyı şehri olan Trablus, en önemli gelir kaynaklarından birini kaybetmesiyle birlikte gittikçe zayıflamış ve bunun sonrasında yaklaşık olarak yarım asırlık bir süreç boyunca sürekli olarak çatışma ve ayaklanmalar ile dolu bir karışıklık dönemine girmiştir. 1856 yılında, ikinci Karamanlılar döneminin başlamasıyla birlikte şehirde eğitim, ulaşım ve iletişim alanlarında birçok gelişme yaşanmış ancak Osmanlı Devleti’nin kötü giden durumu sebebiyle bu gelişim süreci fazla uzun sürememiştir. Osmanlı Devleti’nin, 1878 yılında, Rusya karşısında büyük bir yenilgi almasının ardından İngiltere’nin Mısır’ı, Fransa’nın ise Tunus’u işgal etmesi ile birlikte Libya’nın durumu tehlikeye düşmüş ve Osmanlı Devleti bu bölgeyi korumak için çeşitli önlemler alma gereğinde bulunmuştur. Alınan tüm bu tedbirlere rağmen 1911 yılında İtalya, Libya’yı ele geçirmiştir.
4. 1911 – 1951 Yılları Arası Libya
Fransa ve İngiltere haricinde Osmanlı Devleti’nin hâkimiyet alanındaki topraklardan pay alma isteği bulunan bir diğer devlet İtalya olmuş ve bu isteğini ilk kez 18 Haziran 1878’de gerçekleştirilen Berlin Kongresi sırasında duyurmuşlardır. İtalya’nın Osmanlı Devleti’nin Kuzey Afrika topraklarına hâkim olmaya yönelik ilk atılımı, Fransa’nın Cezayir’i işgal etmesiyle birlikte, Tunus’u işgal etmeleridir. O dönemde, Osmanlı Devleti’nin bu atılımı sert bir biçimde engellemiş olmasına rağmen İtalya, Kuzey Afrika topraklarının paylaşımında diğer ülkelerden geri kalmak istemeyerek pes etmemiştir. Böylelikle, İtalya, Tunus’a savaş yoluyla girmeyerek ilk önce ülkede demiryolları yapmak, bankalar açmak, telgraf hatları kurmak gibi çeşitli yenilikler yapmıştır ve bu şekilde ülkedeki nüfusunu arttırmıştır. Bu şekilde İtalyanlar, Tunus’a kendi kültürlerini aşılamaya çalışmıştır. Tüm bunlara karşın İngiltere, Berlin Kongresi’nde, İtalyanları Tunus yerine Libya’yı ele geçirmeleri konusunda ikna etmiş ve Tunus’u kendileri işgal etmişlerdir.
Bunun üzerine İtalya’nın, Libya’da, kendine bağlı dini misyonerler tarafından yönetilen bazı okul ve hastaneler açmasıyla birlikte bölgede pek çok ticarethane ve banka açmıştır. Bu yollarla İtalya, Libya’daki kültürel ve ticari etkilerini arttırmayı hedeflemiştir. 1911 yılına gelindiğinde, İtalya’ya, Libya’yı resmen işgal etmiştir. Ancak, İtalyan askerleri, Libya halkının güçlü ve beklenmedik direnişi karşısında ilk saldırılarında pek etkili olamamıştır. Birinci Dünya Savaşı’nın sonlanmasıyla Libya’nın yalnızca sahil kesimlerine tamamen egemen olan İtalya, önceki yıllarda çok büyük maddi ve manevi kayıplar yaşamıştır ve asker sayısı oldukça azalmıştır. Böylelikle, 1919 yılında İtalya, Libyalı direnişçiler ile yeni bir anayasanın hazırlanacağı ile ilgili detaylar da olan bir anlaşma yapmıştır. Bu anlaşma baz alınarak hazırlanacak olan anayasaya göre Libya halkına İtalya vatandaşlığı, yeni bir meclis, birçok vergiden muaflık gibi birtakım ayrıcalık verilmekteydi. Bu şekilde bir anayasa hazırlanması vaadiyle İtalya’nın hâkimiyetinin dayatıldığının farkına varan Libyalı direnişçilerin ileri gelenleri, İtalya’nın uygulamayı hedeflediği eylemleri kabul etmediklerine dair bir bildirge yayınlamışlardır.
1922 yılında faşist lider Benito Mussoloni’nin İtalya’da iktidara gelmesiyle birlikte İtalya’nın Libya’ya olan tutumu fazlasıyla sertleşmiştir. Ayrıca, bu saldırılarında İtalya, bölgenin iklim şartlarına alışık olan Habeşistanlı askerlere de fazlasıyla yer vermiş ve bölgede saldırı sürecinin gittikçe uzamasına rağmen tam olarak egemenlik sağlayamadığı için çeşitli insanlık dışı ve uygunsuz uygulamalara yönelmişlerdir. Tüm bu eylemler sonucunda İtalya, 1932 yılında Libya’ya tamamen hâkim olmuştur ve hızla kolonileştirme çalışmalarına başlanılmıştır.
İtalyan hâkimiyeti ile birlikte Libya halkı, Osmanlı Devleti’nin hâkimiyetinde olduğu dönemdeki gibi medeni ve siyasi haklarına sahip olan ve bunları kullanabilen vatandaşlar olmak yerine İtalya’nın sömürge kanunlarına uygun ikinci sınıf bireyler olarak toplumda rol almaktaydılar. Tüm bunlara karşın, İtalya, bu bölgeye yerleşecek olan İtalyan vatandaşlarına oldukça önem vermekte ve yerleştiklerinden sonra yaşam standartlarının yüksek olması için birçok faaliyet yaparak insanları bu bölgeye göç etmeleri konusunda teşvik etmekteydi. Özellikle 1920 ve 1930'lu yıllarda İtalya, İtalyan yerleşimciler için şehirler, yollar ve tarım kolonileri oluşturmak ve geliştirmek için büyük miktarlarda para harcamıştır. Bu alanda yapılan en büyük girişimlerden biri ise Mussolini tarafından 1935'te başlatılıp “demografik kolonizasyon” olarak adlandırılan İtalyan göç programı olmuştur. Sonrasında, bu göç programı bağlamında, Dünya Savaşı'nın patlak vermesiyle birlikte yaklaşık 150.000 İtalyan vatandaşı Libya'ya yerleşmiştir. Böylelikle, sonradan ülkeye göç eden İtalyalılar, o dönemde ülkenin toplam nüfusunun yaklaşık olarak beşte birini oluşturmuşlardır.
İtalya, daha öncesinde de tam tersini yaptığı üzere, Habeşistan işgalinde Libyalı askerleri kullanmıştır ve bu birlikler savaşta üstün başarı göstermişlerdir. Gösterdikleri başarıdan dolayı Libyalı birlikler Mussolini tarafından tebrik edilmiş ve birtakım haklarının onlara bağışlanacağı konusunda söz almışlardır. Bunların sonucunda “Özel İtalyan Vatandaşlığı” kavramı doğmuştur. Bu vatandaşlığa sahip olabilmek için ise İtalyanca okuma ve yazma bilmek, 18 yaşında veya daha büyük olmak ve iyi bir ahlaka sahip olmak gerekmekteydi. Bu vatandaşlığa sahip olan bireylere çeşitli devlet kurumlarında yetkinlik verilebilmesi veya bazı yönetim organlarında rol alabilmelerinin sağlanabilmesi gibi ayrıcalıklar verilmekteydi. Ayrıca, İtalyancanın bölgede yaygınlaştırılması adına fazlaca çaba sarf edilmekteydi. Yerli halk halen klasik ve eski tarzda eğitim veren okullara gitmekteydi. İtalyan ve bazı Libyalı çocukların birlikte eğitim gördükleri ve İtalyan kültürü ve dilinin yoğun bir biçimde öğretildiği daha üst düzey okullar da bulunmaktaydı fakat bu okullardaki yetenekli Libyalı çocuklar henüz okul hayatlarının ortalarındayken olgunlaştıkları varsayılarak tasdikname verilerek okuldan uzaklaştırılmaktaydılar. Bu şekilde, Libyalı bireylerin İtalyanlar ile aynı yetkinlikte olmaları, aynı bilgi ve birikime sahip olmaları engellenmekteydi.
İtalya, aynı zamanda Libya’da birçok imar çalışması ve yenilik yapmıştır. Bu faaliyetler daha çok bu bölgeye yerleşen İtalyanların hayatını kolaylaştırmak ve bu vatandaşların refahlarını sağlamak için gerçekleştirilmiş olsa da Libya halkına da yarar sağlamıştır. Öyle ki, İtalya, askeri harcamalar haricindeki tüm bu yatırımlar için 1911 – 1942 yılları arasında yaklaşık bir milyar iki yüz milyon dolarlık harcama yapmıştır.
İkinci Dünya Savaşı sırasında İtalya’nın Libya’da yaklaşık yüz altmış bin kişilik, Habeşistan’da ise yaklaşık yüz otuz bin kişilik hazır birliği bulunmaktaydı. İngiltere ise Kuzey Afrika’da yalnızca yüz bin kişiden oluşan bir orduya sahipti. Ancak İngiltere’nin Habeşistanlı insanları başarılı bir şekilde örgütlemesi ve İtalya’nın askeri birlik bakımından sahip olduğu ezici üstünlüğü kullanamaması nedenliyle İngilizler Libya’yı ele geçirmişlerdir. İngilizlerin Libya’ya hâkim olmalarından kısa bir süre sonra, 1949 yılında, İngilizlerin talebiyle ülke için bir anayasa hazırlanmıştır. 1950 yılında ise Libya’da sivil olarak bulunan İtalyan nüfusu bölgeden tamamen ayrılmıştır Aynı yıl içerisinde Birleşmiş Milletler, Libya’nın bağımsız bir ülke olarak değerlendirileceği yönünde karar almıştır ve 7 Ekim 1951 tarihinde, Libya Birleşik Krallığı olarak adlandırılacak olan yeni devlet için hazırlanan anayasa kabul edilmiştir. Birleşmiş Milletler, 27 Kasım 1951 tarihinde ise Libya Birleşik Krallığı’nın bağımsızlığını resmi olarak ilan etmiştir.
5. 1951 – 1969 Yılları Arası Libya
Libya, kuruluşundan hemen sonraki birkaç yılda dünyanın en yoksul ülkesi olarak seçilmiştir. 1953 yılında, İngiltere’nin Libya’yı gelebilecek olası tehlike ve saldırılardan korumasına dair iki ülke arasında bir dostluk anlaşması imzalanmıştır. Bu anlaşmaya göre, İngiltere’nin Libya’yı koruması karşılığında Berka ve Trablusgarp’ta İngiltere’nin hava ve kara kuvveti birlikleri yer alacaktı. 1954’da Amerika ile imzalanan bir anlaşmaya göre ise Amerika ülkeye maddi destek sağlayacak ve bazı askeri üsler kuracaktı. Ayrıca, İtalya, bu sıralarda hala Libya’da bulunan yaklaşık kırk beş bin vatandaşının haklarını koruma altına almak amacıyla 1953’te ülkede büyükelçiliğini açarak yeni kurulan Libya ile ilişkilerine başlamıştır. Bu gelişmelerin dışında, Libya, bu dönemde diğer birçok devlet ile ilişkiler kurmuş veya ilişkilerini geliştirmiştir. Özellikle de Türkiye ile bu dönemde fazlaca yakınlaşılmış, iki devlet de oluşturduğu heyetlerle birbirine çeşitli ziyaretler gerçekleştirmiş ve birtakım anlaşmalar imzalanmıştır.
1959 yılında, Libya’da zengin petrol yataklarının bulunmasıyla birlikte ülkede çeşitli toplumsal ve ekonomik değişiklikler ve gelişmeler yaşanmıştır. Böylelikle, Libya, fazlaca dikkat çekmiş ve hem Arap Birliği hem de dünya tarafından daha fazla önemsenmeye başlamıştır. Tüm bunlara rağmen, 1960’ların sonlarına doğru Libya’nın Batı ile olan ilişkisi nedeniyle bazı devletlerle olan ilişkileri zarar görmüş ve bu nedenle ortaya çıkan uluslararası gerginlikler yüzünden pek çok olumsuz olay yaşanmıştır. Sonrasında, dış politikasında pek çok sorun ile karşılaşan ve birçok devlet ile ilişkileri bozulan iktidara Libya halkı da tepki göstermiş ve halk ile yönetim arasında olumsuz olaylar boy göstermiştir. Tüm bunların ardından, 1969 yılında, pek çok ordu subayının iktidarın tutumundan rahatsızlık duyması sonucu ordu içerisinde örgütlenmiş “Özgür Subaylar Hareketi” adı altında, Kral I. İdris Türkiye’de iken hiç kan dökülmeden gerçekleşen bir darbe ile Muammer Kaddafi liderliğindeki subaylar yönetimi ele geçirmişlerdir.
6. Muammer Kaddafi Yönetimi (1969 – 2011 Yılları Arası Dönem)
Muammer Kaddafi’nin fiili açıdan Libya’nın lideri olması ve Kral I. İdris’in ülkeden kaçmasından sonra Kaddafi’nin başkanlığında çalışmalarını yöneten Devrimci Komuta Konseyi (DKK), eski anayasa ve monarşiyi ortadan kaldırıp “hürriyet, sosyalizm ve birlik” sloganı ile Libya Arap Cumhuriyeti’ni resmi olarak kurmuştur. DKK’nin, ülkenin yönetimine gelmesinin ardından sağlık, eğitim, barınma gibi temel ihtiyaçların sağlanması konusuna halka birçok destek sağlanmıştır. İlköğretim zorunluluk kazanmış, eğitim ücretsiz olmuş ve sağlık hizmetleri bütün bireylere ücret talep edilmeksizin sunulmuştur. Bütün bu eylemler, petrolden gelen gelirin doğru yönetilmesi ve halkın refahının harcamaların temeline konulmasıyla gerçekleştirilmiştir. Bu dönemde, ülkedeki kişi başına düşen milli gelir on bir bin doları geçerek ülke adına bir rekora imza atılmış ve bu değer bazında Afrika genelinde en yüksek beşinci ülke olunmuştur.
Ülkedeki refah artışına karşın, bu dönemde gerginliklerle dolu bir dış politika siyaseti izlenmiş ve Kaddafi’nin egosunun fazlaca artması nedeniyle ileriki dönemlerde ülke içerisindeki siyasi baskı da fazlasıyla artmıştır. 1980 ve 1990’lı yıllarda Kaddafi’nin Küba ve Doğu Bloku ile yakın ilişkiler kurmasının yanı sıra farklı ülkelerdeki birçok isyan hareketini açık bir biçimde desteklemesi ve komşusu Çad’ı işgal etmesi ile birlikte uluslararası teröre destek veriyor olduğu gibi gerekçelerle Batı ile olan ilişkileri bozulmuştur. Tüm bunlar sonucunda birçok ülke Libya ile olan ilişkilerini durdurmuş ve ambargo uygulamıştır. Ayrıca aynı dönemde, 1986 yılında, ABD Libya’yı dış politikadaki olumsuz ve saldırgan tutumu nedeniyle bombalamıştır. Bu dönemde gerçekleşen birçok terör vakasından Kaddafi sorumlu tutulmuş ve tazminat talep edilmiştir.
2000’li yılların başında, özellikle de 11 Eylül saldırılarının ardından Libya ile Batılı devletler arasındaki ilişkiler büyük ölçüde düzelmiş, bu konuda Kaddafi kendisinden talep edilen tazminatların bir kısmını ödemesi gibi pek çok adım atmıştır. Ayrıca, ülkede nükleer silahların üretimini dondurarak nükleer silahsızlanmayı sağlamış ve böylelikle Libya’ya uygulanan yaptırım ve ambargoların kaldırılması veya gevşetilmesi yönünde büyük bir atılım yapmıştır. Ancak, dış politikada gerçekleşen tüm bu gelişmelere rağmen ülke içerisindeki baskısı daha da artmıştır. Öyle ki, kendi dediğinden başka bir fikir tanımamakta; ona hakaret eden veya karşı çıkan kişiler ise genellikle idam edilmekteydi. Böylelikle, 2011 yılında ülkede bir iç savaş çıkmış ve buna birçok Batılı ülke de müdahale etmiştir. 27 Haziran 2011 tarihinde Uluslararası Ceza Mahkemesi tarafından Kaddafi için tutuklama çıkarılmıştır. Bu sırada ülkenin başkenti Trablus, isyancı birlikler tarafından ele geçirilmiş ve Kaddafi Sirte’ye kaçmıştır. Sirte’de birkaç ay boyunca dayanmasının ardından Kaddafi, 20 Ekim 2011 tarihinde öldürülmüştür.
7. 2011’den Günümüze Libya
Kaddafi’nin ölümünden sonra Libya’daki karışıklıklar bir hayli artmıştır. Resmen 2014 yılında başlayan iç savaş ile birlikte ülke kısa sürede çok zarar görmüş ve halk her geçen gün daha da yoksullaşmıştır. İç savaş, BM tarafından desteklenen Ulusal Mutabakat Hükümeti ve Halife Hafter tarafından komuta edilen ve Mısır, Rusya, Fransa, BAE gibi ülkelerce desteklenen Libya Ulusal Ordusu arasında gerçekleşmektedir. Yaklaşık otuz bin kişinin ölümüne sebep olan Libya İç Savaşı’nın etkileri halen görülmekte ve halka zarar vermektedir.
1. Kaynakça
Ceviz, N. (2011). Libya tarihine kısa bir bakış. Ortadoğu Analiz, 3(27), 80-90.
Doğan, G., & Durgun, B. (2012). ARAP BAHARI VE LİBYA: TARİHSEL SÜREÇ VE DEMOKRATİKLEŞME KAVRAMI ÇERÇEVESİNDE BİR DEĞERLENDİRME. Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, (15), 61-90.
Prashad, V. (2012). Arap baharı, Libya kışı. Yordam Kitap.
Caner, C., & Şengül, B. (2018). DEVRİMLER, KAOS VE İSTİKRAR ARAYIŞLARI İÇİNDE LİBYA: TARİHSEL VE YAPISAL BİR ANALİZ. Uluslararası Afro-Avrasya Araştırmaları Dergisi, 3(6), 45-70.
Güneş, B. (2018). LİBYA İÇ SAVAŞI VE KRİZ YÖNETİMİ. Güvenlik Bilimleri Dergisi, 7(2), 263-291.
Üstün, A. (2020). Türkiye-Libya ilişkileri (1951-2011) (Doctoral dissertation, Bursa Uludag University (Turkey)).
YILMAZ, M. E. (2012). KADDAFİ SONRASI LİBYA’DA SİYASAL DÖNÜŞÜM.
ALKANAT, A. (2020). AVRUPA BİRLİĞİ’NİN LİBYA POLİTİKASI.
Kekilli, E. (2017). Türkiye-Libya İlişkileri: Kriz Alanları ve İş Birliği İmkanları. SET Vakfı İktisadi İşletmesi.
ŞEN, S. O. KADDAFİ’NİN DÜŞÜŞÜ VE ORYANTALİZM. Yüzüncü Yıl Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, (41), 227-244.
Saidakhmedova, G. (2019). Arap Krizi Çerçevesinde Libya Iç Savaşı (Doctoral dissertation, Marmara Universitesi (Turkey)).
TanriverdÝ, O. (2011). Kaddafi Sonrasi Libya ve Demokratikleşme Sorunu. Middle Eastern Analysis/Ortadogu Analiz, 3(35).
GÜL, M. A. Şehadetinin 10. Yıllında Muammer Kaddafi Ve Yeni Dünya Düzeni Kapsamında Libya'ya Karşı 2011’de Kurulan Batı-Doğ...
Çapar, O. (2020). Bağımsızlıktan Sonra Kuzey Afrika Ülkelerinde Siyasi Süreç: Fas ve Libya Örneği. Tarih ve Gelecek Dergisi, 6(2), 685-708.